3 Nisan 2013 Çarşamba

Cumartesi Gecesi Ateşi

18 yaşındaydım; pavyondaydım; ortaya üç katlı, alevli, karışık  bir meyve tabağı geldi. Şarkıcı ise istek yaptığımız Kum Gibi'yi söylüyordu.

Hani bazen bir yere gidersiniz veya götürülürsünüz de "Benim burada ne işim var?" diye çın çın çınlar ya kulaklarınız; işte bu bana oldukça sık oluyor.
Arkadaş hatrı var diye sorgulamadan kabul ettiğim davetler benim için artık olağan. Yine de bir tanesi var ki zaman zaman on yıl öncesinden kopup geliyor ve ben yine o andaymışcasına "Benim burada ne işim var?" diye soruyorum.

Üniversitede ilk senem, hatta daha üçüncü ayım. O sıralar yurtta kalıyorum. Oda arkadaşlarım arasında halihazırda bir yıldır İstanbul'da olan, tıp fakültesinde okuyan, zehir gibi zeki, muhabbeti tatlı biri var. Kendisinin ders çalışmakla pek alakası olmadığı için aklımıza estiği an çıkıp çıkıp geziyoruz. 

Bir gün kuzeninin arkadaşı ile buluşmaya giderken beni de davet etti. "Kuzeninin arkadaşı en kötü nasıl biri olabilir ki?" diyerek gittim. Tamam, kötü de değildi; en azından iyi niyetli ve saftı fakat karşımda otuz yaş civarında, boyu omzuma yetişen, karadeniz şiveli bir serbest meslek (?) erbabı dururken şaşırmış olmam da hoşgörülebilir bir davranıştı. Adı Kasım olan bu adam ucuz bir sit-com'dan fırlamış gibiydi. Hatta, Çocuklar Duymasın'daki Fısfıs İsmail'in başarılı bir temsiliydi. Yine de "Benim burada ne işim var?" demedim.
Fakat, şaşkınlığım basiretimi öyle bir bağlamıştı ki "Kızlar, sizi cumartesi akşamı eğlenmeye götüreyim?" teklifine anca kafa sallayabildim.

Cumartesi akşamı, Kasım, serbest meslek erbabı olduğunu kanıtlarcasına Fiat Doblo'su ile bizi almaya geldi.
Köprüye doğru yol aldı, köprüyü geçtik, derken gittikçe gittik ve sonunda Dragos tarafı olduğunu tahmin ettiğim koru gibi bir yerde ağaçlar arasından yamacı döne döne tırmanarak ilerledik. Önünde durduğumuz bina büyükçe bir alana kondurulmuş, tek katlı, ahşap bir binaydı. Kapıda bekleyen adamların at hırsızı olduğunu iddia etmemiz için ise bırakın atları görmeyi at ve hırsız kelimelerinin anlamını dahi bilmemize gerek yoktu.

İçerinin loşluğuna inat, sahnede şarkı söyleyen derin yırtmaçlı kadının tepesinde rengarenk ışıklar dans ediyordu. Masamıza geçtik. Kasım içki içmediği için kendine meyve suyu bize de bira söyledi. 
Su bardağı ile kokteyl bardağı arasında kararsız kalmış biçimsiz bardaktan biramı içerken etrafa göz gezdirdim. Mekanda pek kadın yoktu, zaten olanlar da bize benzemiyordu. Daha doğrusu, üstümüzde kot ve sweatshirt ile biz mekandaki kimseye benzemiyorduk: Kelli felli dayılar, bıyıklı amcalar, olduğundan yaşlı gösteren hafif dolgun ablalar...
Bütün bunlara rağmen olanları hayra yormaya çalışıyordum ki sahnedeki kadın masaları tek tek gezip istek şarkı sormaya başladı. Aklıma mini mini bir kuş dışında tek bir şarkı daha gelmediği o beyin sıfırlanması anında kafatasımın çeperlerine çarpan tek ses "Burası kesinlikle bir pavyon!" yakarışıydı.

Şarkıcı kadının masamızın başında bize çeşitli sıcak davranışlar sergileyerek Kum Gibi'yi söylemesini atlatamadan üç katlı bir tepsi içinde alev alev bir cisim yaklaştı. Kasım, ortaya karışık yanarlı dönerli bir meyve tabağı söylemiş olmanın haklı (!) gururu ile sırıtıyordu. 
Meğer bu saf ve bir o kadar da amsalak adam, sıcakkanlı şarkıcımıza bir süredir ilgi duyuyormuş. Bu ilgiyi ise para harcayarak gösteriyormuş. Kadın ise paraları yiyip Kasım'a sadece paranın yettiği kadar yakınlık gösterince birazcık küsmüşler. Tabii bütün bu olaylar Kasım'ın, kadın ile sevgili olduklarına inandığı bir paralel evrende gerçekleşmiş.

Pavyon şarkıcısına vurgun, mahallenin saf delikanlısının kadına hava atmak için söylediği meyveleri önce söndürüp sonra yedikten sonra "Buraya bir baskın olsa, bizi karakola götürseler anneme babama ne derim ben?" tedirginliğini artık bir kenara bırakmaya karar verdim. Neticede dağbaşında bir pavyondaydım ve çıkıp gidebileceğim hiçbir yer yoktu. Hem zaten arkadaşım da durumu kanıksamış görünüyordu. Hal böyle olunca biz de sonraki birkaç şarkıya eşlik edip, kadınlarla dansetmeye çalışan göbekli amcalara güldük.

Gecemiz, Kasım'ın bizi arkadaşımızın evine bırakmasıyla sonlandı.
Kendi eğlence anlayışına göre bizi çok iyi ağırladığı için mutlu ve mağrurdu; hiç bozmadık.
İnsanları endişelendirip "Sen İstanbul'da ne bok yiyorsun?!" sorusuna maruz kalmamak için, ama en çok da kendim inanamadığım için o geceyi, 6-7 yıl sonra bir anda aklıma gelene kadar kimseye anlatmadım.
Eğer benimle, o gün, orada, bir kişi daha olmasaydı şu anda bu yazdıklarıma kendim bile inanamazdım:
18 yaşındaydım; pavyondaydım; ortaya üç katlı, alevli, karışık  bir meyve tabağı geldi. Şarkıcı ise istek yaptığımız Kum Gibi'yi söylüyordu.


3 yorum:

DECO☆deniquo dedi ki...

"İnsanları endişelendirip "Sen İstanbul'da ne bok yiyorsun?!" sorusuna maruz kalmamak için, ama en çok da kendim inanamadığım için o geceyi, 6-7 yıl sonra bir anda aklıma gelene kadar kimseye anlatmadım."

Olayı çok genel hatlarıyla biliyordum. Detaylarmış renk veren :D

metus dedi ki...

pavyon deyip geçmeyiniz, içinden klayvovın bile çıkabilir

Jane Jones dedi ki...

ah nerede vah nerede :((