30 Haziran 2010 Çarşamba

Metallica: Türk'ün Ateşle İmtihanı 2

"Rammstein'ın boku üstüne bok olmaz" diyen ben, sıçtığım boku yutmuş bulunuyorum.

Metallica denilen güruhun sahneye çıkması ile "İşte bu adamlar gerçekten rockstar" sayıklamaya başlayan bendeniz kulunuz, takriben on saniye sonra James Hetfield'ın Yunan Tanrısı olduğunu düşünmeye başlamıştı.
Zira bu gırtlak, bu ses, bu yorum, bu enerji, bu gençlik, bu taş gibi vücut ve bu hükmetme yeteneği bir insan evladına ait olamazdı.
Ben ki ergenliğinin hiçbir döneminde James Hetfield'ı yakışıklı ve karizmatik bulmamış bir kendini bilmez olarak "Ceymiiis! Evlen benimleğğğ!" diye bağırmaya başlamıştım. Başlamıştım diyorum çünkü o sırada pek kendimde olduğum söylenemez. Ayaklı mikrofonun karşısına geçip bacaklarını hafif açarak yüzyıl yıkılmayacak bir çınar gibi sapasağlam durduğu anlarda, şaşı olmuş gözlerim ve ağzımın kenarından akan salyayla aklımın başında olduğunu iddia edecek kadar da şuursuz değilim.

"James-the-Zeus"u bir kenara bırakacak olursak (siz bırakın diye diyorum, yoksa benim öyle bir niyetim yok) herbiri ayrı ayrı efsaneydi: Sekiz kilo ter akıtan Lars'ın yaşına başına bakmadan çılgınca tokmaklaması, Kirk'ün solo atarkenki dinginliği, Kızılderili Robert'ın konser boyunca çocuklar gibi şen bir şekilde koşturması...

Tabii bir de alevli sahne şovları vardı ki sahanın öbür ucundan sıcaklığını yüzümüzde hissettik.
Gerçi bir ara sinirlendim. "Festivale mi geldiler kundaklamaya mı belli değil! Yakın kurtulun amuda kalktıklarım." diye hem Rammstein hem de Metallica'ya homurdanmaya yeni başlamışken elimdekinin çay değil de bira olduğunu gördüm ve o anda farkettim ki ne kahvedeyim ne de okeye dönüyorum.

26 Haziran 2010 Cumartesi

Rammstein: Ein Flammenmeer!

"Rammstein çok acayipti hacı yaee" olayına girmeyen bir ben kalayım diyordum da tutamıyorum kendimi. Gerçi, henüz inanabilmiş değilim kanlı-canlı dinlediğime.
Kendilerini bildim bileli Türkiye'ye gelmeyeceklerine öyle bir inanmıştım ki geldiklerini hayal dahi edemiyordum. "Ayy çocukluk hayalim gerçekleşti" bile diyemedim bu yüzden.
İlgilenenler zaten duymuştur alevli malevli sahne şovlarını, bir de ben baymayayım. Tek söyleyeceğim Rammstein isimli eserlerinde geçen "Rammstein / Ein Flammenmeer"* dizesinin hakkını verdikleri.

Yalnız ben klavyeciye acıdım, ne bitmez çilesi varmış yavrucağın... Konser boyunca ne yürüme bandının üstünde deney faresine dönmediği, ne sırtlanıp götürülmediği, ne de götünün tutuştuğu kalmadı.
Neyse ki crowd surfing olayında çakallık mı desem yoksa keyif pezevenkliği mi bilemediğim bir değişiklik yapıp bindiği şişme botu taşıttı insanlara.

Yazının ana konusuna gelirsek: Evde Kendimiz ekibine teşekkürü borç bilirim. Sayelerinde koca stad başta sona "Du Hast"a eşlik edip yıktı ortalığı.

* Türkçe meali: "Rammstein / Bir alev denizi"

24 Haziran 2010 Perşembe

Durumdan Vazife Çıkarılır

Efes Pilsen One Love Festival sonrası arkadaşımla aramda şöyle bir diyalog geçti:

- Festival nasıldı? Çok eğlendin, çok içtin, çok seviştin?
- Şeyy, iyiydi de... Çok eğlendim, az içtim, hiç sevişmedim.
- (Pis pis sırıtarak) Yaşlandın artık değil mi?

Artık konserleri ayık kafayla dinleyecek, çiş sırası beklememek için biradan feragat edecek, konser erken bitti diye sevinecek kadar yaşlıyım; kabul!
Yine de pazar günü Yılmaz Erdoğan'ın dizelerini yüzüme çarparcasına yağmur yağmasaydı daha iyi olurdu:

"yaşlanmakla ıslanmak aynı şey:
bir yağmurun gölgesinde ihtiyarlamak"

Neyse ki bunun da iyi yanı var. Serdar Ortaç şarkısı kıvamında geçen çocukluğun sonunda şairane bir şekilde ihtiyarlıyorum. Pek tabii; yersem?..

17 Haziran 2010 Perşembe

Sayıkla-ma

Ne kadar da bayılıyoruz egolarımızı savaştırmaya...

Off, ben bu girişi yaptım da daha yazamadan sinirim bozuldu.

Ya o değil de, lego ne güzel bir şeydir.
Hem metafora da uygun: Ego-Lego.
Yap yap boz, ohh mis!

Uyuyayım en iyisi, değil mi?

- Sen hala burada mısın?

13 Haziran 2010 Pazar

Kaderimin Oyunu

Birkaç ay önce farkettim ki uzun süredir, beni lisedeki gibi teneffüslerde kapı önüne dikecek kadar heyecanlandıran sadece bir kişi olmuş. İşin kötü yanı o herif de benim uzun süre beraber olduğum adam değil. Hadi o bir yana da bu kaşına gözüne kurban olduğum yavrucak o eski sevgilimin arkadaşı.
Peşin peşin belirteyim: "Hayır, kevaşeliğimden değil bu!". Demiyorum ki dünyanın en ahlaklı insanıyım ama bunu da şerefsizliğimden yapmadım. Durum böyle olunca haliyle gidip yavruya kırıtamıyorum. Ondan geçtim altı aydır göremiyorum. Tek avuntum kırk yılda bir internette konuşmak. Muhabbet güzel olursa "Bana su verdi" diye Quasimodo misali beş gün ortalıkta dolanmam da işin ayrı bir boyutu.

7 Haziran 2010 Pazartesi

Yogi Yoga Gaga

Lisedeyken, önce Feng Shui'ye sarıp sonra da vejetaryen olan fakat bunu anca Sultanahmet Köftecisi'ne gidene kadar sürdürebilen arkadaşımız güzel bir espri malzemesi olmuştu.
Yirmi yaşına geldiğimde ise günlük hayatını odun olarak geçiren bir adamın, iç huzurunu bağdaş kurarak bulan sevgilisine "Aşkaaam, detoks yapalım mı bugün?" demesi bana iki yıllık eğlence çıkarmıştı.

2 Haziran 2010 Çarşamba

Allah Düşürmesin

Bugün yolda yürüyordum ki hafif eğimli kaygan bir yerde ayağım kayıverdi. Kollarımı iki yana açıp electric boogie yaparcasına garip hareketlerim sonucunda iki ayağım havada kıçım üstüne oturmaktan kurtuldum. Bu düşeyazma ile birlikte bir şeyler düştü aklıma.

Bir keresinde eski erkek arkadaşımla yürürken ayağı kaymıştı ve ben yüzüne anca kafamı kaldırarak bakabildiğim o kocaman herifi havada yakalamıştım. Nasıl oldu, o nasıl bir iman gücüydü artık aklım almıyor ama bildiğin bok çuvalı gibi tutup kaldırdım daha düşemeden.