22 Temmuz 2010 Perşembe

Bazen

Önümde eğilmiş, ayakkabasını bağlayan herife: "O duruşa bir vuruş, kaç kuruş?" diye sormak istiyorum.

Cevap verse hani, kuruş hesabını da bilmiyorum.

18 Temmuz 2010 Pazar

Sayıkla-ma Reloaded


Kolay alışkanlık edinip kolay kolay bırakamayan biri olan bendeniz kulunuz, günlerdir yazamadığı için kafayı yemekte.
Bu durum benim dingil olmamla alakalı olmayıp tamamen teknik sebeplerden kaynaklanmaktadır, ona göre!

Bu arada teknik durumlar söz konusu diye bizim de elimiz armut toplamıyor tabii ki. Misal; bloga adını veren Closer isimli güzide filmi andım yakın zamanda. Turkuazoo denen büyük akvaryuma gidip resimdeki gibi bir yer görünce filmi anmamak olmazdı. Neyse ki fotoğrafı çektikten üç saniye sonra düğün pistindeymişcesine kontrolsüz koşan veletler, beni gündüz düşümden uyandırdı. Zaten veletler yerine herifin biri çıkıp "Feel free to call me The Sultan" deseydi de Clive Owen taşlığında bile olsa hoş bir tepki vermeyebilirdim.

Sanırım daha fazla dırdır yapmadan kesmeliyim bu yazıyı. Hatta sanmayayım da direkt buradan böyle kaçayım.

6 Temmuz 2010 Salı

Su Gelir Güldür Güldür

Siz de bilirsiniz ki korku filmlerinde eğer kız çocukları ip atlayıp şarkı söylüyorsa işin içinde kesin bir uğursuzluk vardır. Japon korku filmi ise illa ki bir yerinde upuzun saçlı bir kız çocuğu kullanılmıştır. Gençlerin kampa gidip götlerini kestirme klişesi de birçok yapımcıya ekmek kapısı olmuştur.
Bunların hepsi tamam da, ben "su" olayını bir türlü içime sindiremiyorum.
Eğer bir yerden incecik su sızmaya başladıysa bilin ki bu birilerinin sıçışı olacaktır.
Final Destination'ın ilk filminde sinsice akıp gelen su adamın ayağı kaydırıp öldürmüştü. Yine Final Destination'ın başka bir bölümünde bilgisayarın monitörünü patlatan bu su isimli sıvı madde, The Ring'de de yine bol bol kullanışmıştı. Samara olacak bitli karı foşur foşur kuyuda yaşıyordu zaten.

4 Temmuz 2010 Pazar

Garp Cephesinde Yeni Bir Şey Yok

Bazen kendimi bir köşede kıstırılmış, bokun içinde debelenirken buluyorum. "Basiretin bağlanması" diyerek yüce Secret ve Polyanna'nın buyurduğu gibi olumlu düşünüp komşumuz Münevver Teyze'nin salık verdiği gibi de hayra yormaya çalışıyorum.
Yine de, her şey domino taşları gibi durdurulamayacak bir serilikle devrilirken anca "Bu da mı gol değil be?" diye ofsayttan bağıracak kadar "Hayat Sevince Güzel" olabiliyorum.

Annem bir fille mi halvet olmuş nedir, sapıkçasına kuvvetli bir hafızam var.
Şöyle ki; iki buçuk-üç yaşındaydım, yatılı misafirliğe gitmiştik. Küçük bir ilçede; aralarından sadece bir buçuk arabalık yolun geçtiği, karşılıklı iki ev vardı. Bu evlerden birinde yatıya kaldık. Bir bahçe katı olan kaldığımız evin sokak kapısı, doğrudan evin oturma odasına açılıyordu ve ben o odaya konulan bir beşikte yatıyordum.
Sabah uyandığımda beşiğin kenarına tutunarak ayağa kalkıp bir baktım ki kimse yok. Annedir, babadır bas bas bağırıyorum ama hiçbir odadan ses gelmiyor. İşte ben o an "üç buçuk"a kadar saymayı öğrendim.