2 Haziran 2010 Çarşamba

Allah Düşürmesin

Bugün yolda yürüyordum ki hafif eğimli kaygan bir yerde ayağım kayıverdi. Kollarımı iki yana açıp electric boogie yaparcasına garip hareketlerim sonucunda iki ayağım havada kıçım üstüne oturmaktan kurtuldum. Bu düşeyazma ile birlikte bir şeyler düştü aklıma.

Bir keresinde eski erkek arkadaşımla yürürken ayağı kaymıştı ve ben yüzüne anca kafamı kaldırarak bakabildiğim o kocaman herifi havada yakalamıştım. Nasıl oldu, o nasıl bir iman gücüydü artık aklım almıyor ama bildiğin bok çuvalı gibi tutup kaldırdım daha düşemeden. Sonrasında aynı durum iki defa daha tekrarlandı.
Ben hayretle bunu düşünürken sapıkçasına çalışan çağrışım mekanizmam aklıma başka şeyler getirmeye başladı: Önce düşmekten korktuğumu düşündüm, sonra düşmekten korktuğumu çünkü sonuncusunda aylarca geçmeyen bir hasar aldığımı farkettim, en sonunda ise o erkek arkadaşımla yürürken düşüp acı içinde kıvrandığımı; erkek müsveddesinin de "keh keh" güldüğünü hatırladım.
Evet, düşmek komiktir. Hatta o kadar komiktir ki film sektörü yıllardır ekmeğini yemektedir bunun. Gel gör ki yanındaki insan çöktüğü yerden kalkamıyor ve acıdan ağlıyorsa ciddi bir şeyler var demektir. Sen bunu görüp de o koca kafanın içindeki beyni kullanıp anlamayı denemiyorsan büyük bir sorunun var demektir.

Yeterince sinirlenip saydırdığıma göre sadete gelebilirim. Çetele tutmak gibi olmasın ama bu homo sapiens benden fazla düşeyazdı (bayılıyorum "-eyazmak" kullanmaya. gerekirse köye yerleşip hep kullanırım kınanmadan. :P), ben ise hayatımda ilk defa onun yanında ayağımı burktum. Burkmak diyip geçmeyin, tamamen iyileşmesi altı aydan fazla zaman aldı ve bu dönemin çoğunda ayağımın yarısı sızım sızım sızlayan bir morluktu.
Neyse, tekrar sadete gelecek olursak bu bile büyük bir ipucuymuş görmesini bilene. Ben boyuma posuma bakmadan koluna yapışıp sahip çıkarken, bu nebati bırak düşmeyeyim diye tutmayı yerden bile kaldırmıyor, durup salak salak gülüyor.
Üstelik ilk gece tuvalete kalkmayı denememle çığlığı basmam bir olunca zor bela gözünü açıp beni tuvalete götüren ve sonra da çıkmamı beklemeden gidip horul horul uyuyan da aynı nebati.
Hasta olduğumda beni gelip hastaneye götürene kadar geleceğine inanmamam da nasıl bir insan olduğu konusunda ipucu... İşte nasıl olduysa ben kaçırmışım o ipin ucunu.
Bunlar sırasıyla aklıma üşüştükçe bir arkadaşımın sorusunu hatırladım: "Sen neden o kadar uzun sürdürdün ki bu ilişkiyi?"
Basiretim bağlanmıştı sanırım. Öyle ki, hayatımda ilk defa birine harcadığım zamana ve emeğe acıdım. Hayatıma hep düzgün insanlar girdiği için değil, aşık olmadığım halde katlanmaya devam ettiğim için. Artık kime meydan okuduysam katlanarak, boğuşarak, savaşarak...

İşte böyle, ben düşmedim belki ama aklıma düştüler. Biliyorum bunlar da olgunlaşıp düşen meyveler gibi bokun arasında gübre olacaklar. Sadece kurtlarımı iyice dökebilmek için ağacı arada bir silkeleyip bu kurtlu meyvelerden kurtulmam gerekecek.

3 yorum:

depik dedi ki...

bak tam da aklıma o soru düşmüşken sen sordun kendi kendine. metin ayarı çok iyi olmuş yani:)

depik dedi ki...

bu arada yazılarına helal olsun diyorum. Türkçe'yi güzel kullanıyorsun, en önemlisi de doğru yazıyorsun.

inan blog okuyamıyorum saçma sapan yazanlardan dolayı. doğru kullanılmış düün okumayı ne kadar kolaylaştırdığını farkettirdin.

Jane Jones dedi ki...

bak sen bir okuyuşta bu soruyu sorma gereği duydun benimse anca aylar sonra kafama dank etti. :) neyse ben salaklığımı kabul etmek yerine "basiretim bağlanmış" demeyi tercih ediyorum. :P
ayrıca, duymayı isteyeceğim en büyük iltifatlardan birini aldım sayende. kesseler acımaz artık! :)))