"Rammstein'ın boku üstüne bok olmaz" diyen ben, sıçtığım boku yutmuş bulunuyorum.
Metallica denilen güruhun sahneye çıkması ile "İşte bu adamlar gerçekten rockstar" sayıklamaya başlayan bendeniz kulunuz, takriben on saniye sonra James Hetfield'ın Yunan Tanrısı olduğunu düşünmeye başlamıştı.
Zira bu gırtlak, bu ses, bu yorum, bu enerji, bu gençlik, bu taş gibi vücut ve bu hükmetme yeteneği bir insan evladına ait olamazdı.
Ben ki ergenliğinin hiçbir döneminde James Hetfield'ı yakışıklı ve karizmatik bulmamış bir kendini bilmez olarak "Ceymiiis! Evlen benimleğğğ!" diye bağırmaya başlamıştım. Başlamıştım diyorum çünkü o sırada pek kendimde olduğum söylenemez. Ayaklı mikrofonun karşısına geçip bacaklarını hafif açarak yüzyıl yıkılmayacak bir çınar gibi sapasağlam durduğu anlarda, şaşı olmuş gözlerim ve ağzımın kenarından akan salyayla aklımın başında olduğunu iddia edecek kadar da şuursuz değilim.
"James-the-Zeus"u bir kenara bırakacak olursak (siz bırakın diye diyorum, yoksa benim öyle bir niyetim yok) herbiri ayrı ayrı efsaneydi: Sekiz kilo ter akıtan Lars'ın yaşına başına bakmadan çılgınca tokmaklaması, Kirk'ün solo atarkenki dinginliği, Kızılderili Robert'ın konser boyunca çocuklar gibi şen bir şekilde koşturması...
Tabii bir de alevli sahne şovları vardı ki sahanın öbür ucundan sıcaklığını yüzümüzde hissettik.
Gerçi bir ara sinirlendim. "Festivale mi geldiler kundaklamaya mı belli değil! Yakın kurtulun amuda kalktıklarım." diye hem Rammstein hem de Metallica'ya homurdanmaya yeni başlamışken elimdekinin çay değil de bira olduğunu gördüm ve o anda farkettim ki ne kahvedeyim ne de okeye dönüyorum.
01022020 -- coming soon
-
Yalnızlıkta 11. yılımı bitirirken o kadar huzurluyum ki! Sanırım ilk kez
bir yıldönümünde bu kadar keyifliyim, o yüzden bunu yazmam lazımdı. Kendime
acı...
5 yıl önce