14 Ekim 2010 Perşembe

Tadım Tuzum

Sütündeki brucelladan, salmonelladan mıdır nedir bilmem; babaannemin yaptığı sütlacın tadı ayrıdır. Kase zarafetinden uzak yemek tabaklarına koyduğu sütlaca kocaman kaşıklarla dalmak farzdır.
Yine bir bayram zamanı, mecburi hizmetimizi yerine getirmek için babaannemin yaşadığı yere gittik. Babamın aniden, yıllardır görmediği uzak akrabalarının hasreti ile yanıp tutuşması sonucu bir öğlen vakti kendimizi köyde bulduk.
Tavuk korkutup, buzağı sevmekle geçen birkaç saat sonunda yemeğe oturduk ki sofranın kenarında sırasını bekleyen sütlaçlara takıldı gözüm: Babaannemin yaptığı gibi yemek tabaklarına konulmuş kıvamı hafif sütlaçlar...
Ben o gazla yemeği haldır huldur yedim ve çeviklikle sütlaç tabağını önüme çektim. Her zamanki öküzleme üslubumla daldırdım yemek kaşığını. O kocaman lokmayı ağzıma atmamla bahçeye koşmam bir oldu.

Sütlaç denilen güzide yiyecek tatlıdır, şeker ihtiva eder; bunu, o güne değin tümdengelim yapabilecek kadar çok yediğim sütlaçlar sayesinde gönül rahatlığı ile söyleyebiliyor(d)um.
Ben nereden bileyim bazı kendini bilmezlerin bunu şekersiz ve hatta daha da kendini kaybetmişlerin tuzlu yaptığını.

Sütlaca önyargım o günlerde başladı, insanlara karşı önyargım ise benzer bir tecrübe ile... O yüzden, nasıl sütlaç yemeden önce kaşığın ucu ile tadına bakıyorsam insanları da tırtıklamak adetim oldu.
Ne kadar iştah açıcı görünürlerse görünsünler, tuzlu sütlaç kekremsiliğinde hayalkırıklığı ile karşılaşma ihtimali sakınmama ve kimi zaman topuklarımı kaba etlerime vura vura kaçmama sebep oluyor.

Maksat ağzımızın tadı bozulmasın.
Zira ben, ağzımın tadı bozuldu mu ağzımı fena bozuyorum.

2 yorum:

delimezar dedi ki...

hımmm...

Jane Jones dedi ki...

düşündürürken güldürdüm mü?